italiano
Fatih Mika  
 
Güncel
  Katar Sergisi Doha
  “Yantai Art Museum”
  100 Öğrenci 100 Gravür Belgrad
  Belgrad Kişisel Gravür Sergisi
  Geri Dönüş II
  Anneme
  Work Shop
  Kestane
  Mezlaka-i Akdâm
  Modissima feat. Turkey Contemporary Art
  Sergi
  Segno e Insegno
  Çağdaş Türkiye
  40. Sulmona Sergisi 2013
  Gravür Sanatçısı: Fatih Mika
  İzler
  Atölye
  Beklemenin Tadı
  Atölye
  Atölye
  Atölye
  Atölye
  Noel Kokteyli
  deniz kızı
  bahane olmalı
  Edebi Ruhun Resme Aksi
  iyi ki saklamışım
  Palamut
  ayvansaray
  İşkence
  bir güvercin
  siyah selvi
  Atölye
  Atölye
  Atölye
  Atölye
  Atölye
  Ahlat Ağacı
  Küpeler
  cam kırıklarıyla
  Kaktüs
  otlar
  Bonsai
  doldurup heyecanları
  Tebessüm
  Mimar Sinan
  Bulla
  Serçeler
  Değer
  Kumlu Begonya
  Aşk-Meşk
  İrfan Baba
  Deli Sanat
  Çapari
  spookyman
  Ischia Adası II
  Atölye
  bir rüzgar okşar
  Kes Yapıştır
  Arte 3
  boğaziçinde
  yandaki çiçek
  Ben Çingene Olmak İstiyorum
  gecenin dalı yok
  napoliden geçerken
  med cezir
  Picasso
  calò
  Mara
  Antico Caffe Greco
  Dirsek Teması
  Cara Pippa
  İki Kaptan
  Roma Leonardo da Vinci Havaalanı
  San Valentino
  Duman
  Kar Tanesi
  Aziz
  Fatbarla*
  Roma'ya Başlamak
  bisiklet
  Saatler
  Bahçem
  Yaşamak
  Fink Fink II
  Fink Fink
  Hala Tombouktou Gölü’nde miyim? IV
  Hala Tombouktou Gölü’nde miyim? III
  Ischia Adası
  Minoo
  Hala Tombouktou Gölü’nde miyim? II
  Hala Tombouktou Gölü’nde miyim? I
  Albrecht Dürer
  bir özlemim kalmış
  Çiçekler
  Sanatta raslantının denetimi
  Agop Mehmet Ali
 
 
Mayıs
03
1985
Agop Mehmet Ali
                                                                                                                                
 
Biz “Kaptan Amca” diyoruz. Polis kayıtlarında “Agop Mehmet Ali”. Artık çok yaşlı. Esrarı otuzbeş yıl içtikten sonra bıraktım diyorsa da, her gün üç şişe Güzel Marmara’sı, ya da genel deyimi ile “Köpek Öldüren”i var. Bugünlerde “sigarayı da bıraktım” diyor. Galiba sadece paket almayı bırakmış.
 
Durup dururken Kaptan Amca demiyoruz. Miljacka adında ince bir nehiri olan Saray-Bosna’da adam elbette kaptan olamaz. Ama aile İstanbul’a göç edince her şey değişiyor. Varlıklı bir ailenin çocuğu olan Mehmet Ali de kaptanlığı öğrenip kırmızı bulutlu, yeşil balıklı, lacivert denizlere açılıyor, liman liman dolaşıyor. Ta ki Selanik önlerinde, kıyıda dönen dönek güvercinleri seyre dalıp, Mısır’dan yüklenilmiç döllü kısraklarla dolu gemiyi karaya oturtuncaya kadar. Bu gemiyi karaya oturtma bahane oluyor. Bir çok kişinin güzel dediği, uğruna ölümleri göze aldığı şeylerle birlikte, apoletli beyaz kaptan üniformasını da çıkarıp bir kenara, hem de geri dönüp aramayacağı bir kenara bırakıveriyor.
 
Biz çimdi bazen Kaptan Amca ile reçel yapmak için Langa Bostanları’ndan baba incir topluyoruz. Bazen Mermer Kule’ye saka kuşu tutmaya gidiyoruz. Bazen çapariye. Hiç birşey yapmaz isek güvercin uçuruyoruz.
 
Kümesin içinde sıra sıra folluklar. Folluklarda cins cins güvercinler. Güvercinlerin altında bembeyaz çakıl taşı gibi yumurtalar, bazılarının altında çirkin diken tüylü yavrular. Kimisi gidip karşı çatıya konar akşama kadar kümese inmez, kimisi alır başını gider, bir daha dönmez, kimi de yuvasını şaşırır bize gelir. İşte böyle birgün bu. Bir yavru beyaz güvercin, Kaptan Amca’nin apoletli gömleği kadar beyaz, gelir karşımızdaki çatıya konar. Yem atarız inmez, su dökeriz inmez. Biraz durur alır başını gider. Yarım saat sonra bir bakarız yine gelmiş. Tekrar yem atarız, tekrar su dökeriz. O yeme bakar, suya bakar içi gider. Bize bakar, kümese bakar tanıyamaz. Kümes onun kümesi, biz onun sahibi değilizdir. Tekrar alır başını gider. Biz “artik gitti bir daha dönmez” derken bir bakmışız tekrar gelip karşı çatıya konmuş. Kaptan Amca yeniden yem, yeniden su “hadi kızım, hadi oğlum geliver. Bizim burada yem haftadan haftaya, su yağmurdan yağmura” diyerek kuşu kandırmaya çalışır.
 
Kaptan Amca, bazen efkarlanır, ölüm aklına gelir. “Ben ölmem” de diyemez, “Ben öleceğim, tekrar dünyaya geleceğim.” der. Ben hak veririm. Dünyayı böyle katıksızca seven bir insana ölümü yakıştıramam. Sonra kim sallana sallana yürür Langa Bostanları’nda? Yeni Kapı sahillerinde kim lodosculuk yapar? Sonra biz kime sorarız “Bu sakanın ön ağızları nasıl?” diye. Sonra kim tanıyabilir kokusundan benim torbamda ki balığın kırlangıç balığı olduğunu? Çapariyi çapraz bağlamayı kim öğretir? Hindibağ salatasını kiminle yaparız? Sonra kimden dinlerim yahudi, rum, ermeni kızların hikayelerini?
 
Kaptan Amca yine çok efkarlanıyor bu sıralar. Şu nükleer reaktörler, Çernobil’in radyasyon bulutları filan. Sonra neye yarar ki  Dünya, öldükten sonra dirilsen bile!
 
 
Fatih Mika
3/5/1986