italiano
Fatih Mika  
 
Güncel
  Katar Sergisi Doha
  “Yantai Art Museum”
  100 Öğrenci 100 Gravür Belgrad
  Belgrad Kişisel Gravür Sergisi
  Geri Dönüş II
  Anneme
  Work Shop
  Kestane
  Mezlaka-i Akdâm
  Modissima feat. Turkey Contemporary Art
  Sergi
  Segno e Insegno
  Çağdaş Türkiye
  40. Sulmona Sergisi 2013
  Gravür Sanatçısı: Fatih Mika
  İzler
  Atölye
  Beklemenin Tadı
  Atölye
  Atölye
  Atölye
  Atölye
  Noel Kokteyli
  deniz kızı
  bahane olmalı
  Edebi Ruhun Resme Aksi
  iyi ki saklamışım
  Palamut
  ayvansaray
  İşkence
  bir güvercin
  siyah selvi
  Atölye
  Atölye
  Atölye
  Atölye
  Atölye
  Ahlat Ağacı
  Küpeler
  cam kırıklarıyla
  Kaktüs
  otlar
  Bonsai
  doldurup heyecanları
  Tebessüm
  Mimar Sinan
  Bulla
  Serçeler
  Değer
  Kumlu Begonya
  Aşk-Meşk
  İrfan Baba
  Deli Sanat
  Çapari
  spookyman
  Ischia Adası II
  Atölye
  bir rüzgar okşar
  Kes Yapıştır
  Arte 3
  boğaziçinde
  yandaki çiçek
  Ben Çingene Olmak İstiyorum
  gecenin dalı yok
  napoliden geçerken
  med cezir
  Picasso
  calò
  Mara
  Antico Caffe Greco
  Dirsek Teması
  Cara Pippa
  İki Kaptan
  Roma Leonardo da Vinci Havaalanı
  San Valentino
  Duman
  Kar Tanesi
  Aziz
  Fatbarla*
  Roma'ya Başlamak
  bisiklet
  Saatler
  Bahçem
  Yaşamak
  Fink Fink II
  Fink Fink
  Hala Tombouktou Gölü’nde miyim? IV
  Hala Tombouktou Gölü’nde miyim? III
  Ischia Adası
  Minoo
  Hala Tombouktou Gölü’nde miyim? II
  Hala Tombouktou Gölü’nde miyim? I
  Albrecht Dürer
  bir özlemim kalmış
  Çiçekler
  Sanatta raslantının denetimi
  Agop Mehmet Ali
 
 
Mayıs
15
2011
Palamut

 

 

Ağustos ayının yapış yapış sıcakları gitmiş; günler kısalmaya başlamış; mavi göztaşlarını emmiş yaşlı asma kütüklerinin yorgun yaprakları arasındaki şeffaf salkımlar tatlanmış; yeşil yapraklı ağaçlardaki mayhoş elmalar kızarmış; tüylerinin altındaki sarı etlerini gösteren sulu ayvaları taşıyamayan dallar sarkmış; şehvetli incirler, ballarını göstermek için davetkar davetkar yarılmış; bahçelerdeki çiçekler, son baharlarını yaşamak için başlarını tekrar kaldırmış; şebboylar, karanfiller kokularını çamaşırlar gibi mandallayıp eylül ayının rutubetli havasına asmışlardı.

Bu balıkçı köyünün küçük barakalarını himayesi altına almış yüksek söğüt ve kavak ağaçlarının dallarındaki serçeler, gün doğmadan uyanmış; dün gece gördüklerinin, duyduklarının dedikodusunu yüksek sesle yapmaya başlamışlardı. Ahmet Reis’in evinin önündeki ispenç horozları, izlenimci tabloların kalın fırçalarla yapılmış kırçıl kırçıl renkleri, paçalarının arasından çıkmış mahmuzları, minimınnacık boyları ile toprakları eşeleyip, kendilerinden daha iri tavuklara horozluk taslıyorlardı.

Leylekler, ciddi siyah-beyaz gazeteler gibi kuzey ülkelerinden topladıkları haberlerle şehrin üzerinden geçiyorlardı.

Yoksulduk ama Dünya güzeldi.

Geceleri ayışığında da güzeldi. Ayın saklandığı, suların yakomozlarla yandığı ay-karanlıklarında da güzeldi. Deniz güzeldi, sen güzeldin, ben seni seviyordum.

Poyrazlar, tatlı suları, çeşit çeşit balıklarıyla Karadeniz’i itiyorlardı Marmara’ya. Bursa bıçağı gibi oynak hamsileri, sırtları dantelli palamutlar kovalıyor. Yunuslardan kaçan palamutlar, suyun üzerinde sıçrayarak sanki uçmayı öğreniyorlardı. Kendi can derdindeki palamutlar, yunuslardan tek tek kurtulmaya çalışırlarken, biz balıkçılar onların hesabını çift çift yapıyorduk. Bir çift palamut akşam yemeği idi. On çift palamut, yövmiye. On çiftten sonra hayaller kurmaya başlar balıkçılar. Bin çift palamut, milli piyangonun büyük ikramiyesi gibi düşer bu küçük balıkçı köyüne.

On beygirlik Albin marka motor, fırınlarda hamur yoğurmaktan sıkılmış, foşurtulu su devir sistemi ile Pehlivanın alamatra teknesinin pervanesini döndürüp mavi denizlerde maceralar aramaya çıkmıştı. Islak brandaların üzerine istiflenmiş ağların bir kısmı ardçı kayıkla aramızda bir kavis yapıyor, yükselen dalgaların içine girip çıkıyor, sonra tuzlu sular damla damla kendilerini denize bırakıyorlardı. Ben teknenin dümenine oturmuş pür-dikkat direğin üzerindeki Nuri Reis’in bana verdiği işaretlere bakıp tekneye yön veriyordum. Nuri Reis direkten düşmemek için tek eliyle bulutlara tutunmuşken bir yandan mavi gözleriyle siyah denizin içindeki yakomozları emiyordu. Yakamozlarda denizanaları, canavarlarını şaşıtmak için sardalyaların bıraktığı pullar, küçük gruplar halinde gezen lüferler, palamutlar siyah kartonların üzerine beyaz pastellerle ışıklı resimler çiziyorlardı.

Nuri Reis’in narasıyla Hamza çeliği çekmiş, ağlar suya dökülmeye başlamışlardı. Ardçı kayıktaki Remzi de var gücüyle küreklere asılıyor, bir an önce balığı çevirmeye çalışıyordu. Ardçı tekne ile alamatra teknenin buluştuğu noktada ben motoru boşa almıştım. Süleyman kavanozun içindeki lambayı kablosu ile birlikte suya attı. Bir yanına kurşun bağlanmış kavanoz hızla denizin dibini boyladı. Süleyman kablonun iki ucunu aküye dokundurunca derinlerde parlayan lambanın ışığından kaçan palamutlar ağlara vurdular.